Blog Archive

Backling

Çevirici

5 Ekim 2009 Pazartesi

postheadericon Üretkenlik Hormonu ve Eğitimin Ötesi

 Alvin Toffler
Üretebilite: Tüketen-üreticilerin
üretkenliğe yaptıkları katkı.


Modern tarihteki tüketen-üretim gücünün en sıra dışı örneklerinden biri, dünyanın her yerinde insanların çalışma, düşünme, yaşama ve oynama şeklini değiştirdi. Ve neredeyse hiç kimse bunu fark etmedi.
Zenginlik Devrimi kitabının ilk kısımlarında, tüketen-üreticilerin parasız ekonomide zenginlik yaratarak para ekonomisine nasıl bedava yemek sağladıkları anlatılmıştı...Devamını oku...
Ama tüketen-üreticiler bazen bundan daha fazlasını yapıyorlar. Para ekonomisinin daha hızlı gelişebilmesi için büyüme hormonu pompalıyorlar. Diğer bir deyişle, sadece üretime değil, üretkenliğe de katkıda bulunuyorlar.
Artan üretkenliğin çoğu ekonomik hastalık için en iyi ilaç olduğu düşüncesine katılmayacak ekonomistlerin sayısı herhalde çok azdır. Ama yine, çok azı tüketen-üretimin üretkenlik üzerindeki etkisini incelemiştir.
Aslında, neredeyse hiç kimse bununla ilgilenmediği için, jargonu en geniş mesleklerde bile bu görüngü (fenomen) için bir terim yok. Bir tane yaratmak için adına "üretebilite" diyebiliriz; ödemesiz değer yaratmanın ve bunu para ekonomisine kaydırmanın ötesine geçerek para ekonomisinin gelişimini de hızlandırdıklarında, tüketen-üreticilerin sağladıkları fazladan itiş gücü.

Eğitimin Ötesinde

Çoğu iş lideri ve ekonomist, iş gücünün eğitim seviyesini yükseltmenin muhtemelen üretkenliklerini de artıracağı fikrine katılacaktır. Ama daha önce gördüğümüz gibi, ileri ekonomili ülkelerde bile toplumsal eğitim diye kabul edilen "modern" kurum aslında son derece etkisiz ve eski.
Dahası, çoğu sözde reformlar, fabrikasyon tarzda kitlesel eğitimin tek yöntem olduğu gizli varsayımıyla hareket ediyor. Çoğu hâlâ farkında olmadan okul/fabrika tarzını daha etkili hale getirmeye çalışıyor; oysa artık fabrikasyon sonrası eğitim sisteminin başlama zamanı geldi. Üstelik çoğu kimse, sadece öğretmenlerin eğitim verebileceğine inanıyor.
Bütün bunlar arasında, yakın tarihte eğitim alanında gerçekleşen en sıra dışı olaylardan biri neredeyse görmezden geliniyor.
Bu gelişim, 1977 yılında hiç beklenmedik bir şekilde başladı. O dönemde, bütün gezegende hiç kişisel bilgisayar yoktu. Ama 2003 yılına gelindiğinde, sadece Birleşik Devletlerde 190 milyon kişisel bilgisayar kullanılıyordu. Bu çok şaşırtıcıydı. Ama daha şaşırtıcı olan, 150 milyondan fazla Amerikalının bilgisayar kullanmayı bilmesiydi. En şaşırtıcı yönü ise bunu nasıl öğrendikleriydi.
Altair 8800 ve Sol-20 serisi bilgisayarlardan itibaren, PC'ler huysuz küçük aletler olmuşlardı; çoğu fazlasıyla büyüktü ve kullanması herhangi bir ev aletinden çok daha karmaşıktı. Düğmeleri ve disketleri, yazılımları (bu, çoğu Amerikalının o zamana dek bilmediği bir kavramdı), kullanım kılavuzları ve tuhaf bir DOS komutları sözlükleri vardı.
Peki, bu kadar çok insan --ülke nüfusunun yarısı-- bu karmaşıklığın üstesinden nasıl gelebildi? Nasıl öğrendiler?
Ne yapmadıklarım biliyoruz. Özellikle ilk dönemlerde, büyük çoğunluğu bilgisayar okullarına gitmedi. Aslında, asgari sayıda istisnalar dışında, bu konuda çok az resmi eğitim almışlardı ya da hiç almamışlardı.
Öğrenimleri, PC satmaya başlayan ilk perakende zincirlerinden biri olan Radio Shack'in mağazalarından birine gitmekle başladı. O zamanlar Radio Shack mağazaları, bir sürü kablolar ve elektronik aletlerle, yanakları sivilceli ergenlik çağındaki gençlerden oluşan satış güçleriyle, küçücük dükkânlardı. Kısacası, tezgâhtarları bilimkurgu okuyan tiplerdi.
Bir müşteri PC'lerin en ilkel modellerinden biri olan bir TRS-80'e ilgi duyduğunda, bir satış görevlisi ona aleti nasıl açacağını ve tuşlara nasıl basacağını gösteriyordu. Müşteri hemen eve koşuyor, 599 dolar verdiği makineyi hevesle açıp fişe takıyordu. Sonra kullanım kılavuzunu okumaya başlıyordu; çok geçmeden, bilgisayarıyla aslında çok az şey yapabileceğini anlıyordu. Tahmin edileceği gibi, mağazaya geri dönüyor ve satış görevlisine birkaç soru daha soruyordu. Ama kısa süre içinde, satış görevlisinden daha fazlasına ihtiyacı olduğunu anlıyordu. Asıl ihtiyacı olan, bir bilgisayar uzmanıydı. Peki, bilgisayar uzmanı kimdi?
Bunun arkasından, yardımcı olabilecek biri umutsuzca aranmaya başlıyordu; bir komşu, arkadaş, meslektaş vs. Bilgisayar kullanmak konusunda kendisinden biraz daha fazla şey bilen herkes işe yarardı. Sonunda, bilgisayar uzmanının bilgisayarı kendisinden bir hafta önce alan kişi olduğu anlaşılıyordu.
Sonra PC'ler hakkında bir bilgi alışverişi başladı; Amerikan toplumunun her yerinde bu konuda bilgiler dolaşıyor, aktarılıyor, paylaşılıyor, milyonlarca insanın katıldığı bir eğitim deneyimi yaratılıyordu.
Bugün bazıları buna karşılıklı öğrenim gözüyle bakabilir. Ama gerçekte, Napster tarzı müzik dosyası paylaşımından çok daha karmaşıktı. Çünkü uzman ve öğrenci birbirlerinin dengi değildi. Birinin bilgisi, diğerininkinden fazlaydı. Onları bir araya getiren şey eşitlik değil, bilgi farkıydı. Ama işin daha ilginç yanı, zaman içinde rollerin tersine dönebilmesiydi. Öğrenci usta oluyor, usta öğrenciliğe kayıyordu.
O günlerden bu yana, tüketen-üreticiler bilgisayarlar hakkında giderek daha bilgili oldular. Ünlü Palo Alto Araştırma Merkezi'nden W. Keith Edwards ve Rebecca E. Grinter'ın yazdığı gibi, bugün ortalama PC kullanıcısı "sadece yüksek rahiplik günlerinden kalma bir merkezi işlem birimi kullanıcısına tanıdık gelecek işler yapıyor: Donanımları güncelliyor ve geliştiriyor, yazılım kuruyor ve kaldırıyor, vb."
Bu gelişimci öğrenim yöntemi ne biri tarafından kontrol edildi ne de yönlendirildi. Kimse organize etmedi. Neredeyse hiç kimse bu iş için para almazken, yoğun bir sosyal süreç oluştu ve sonunda eğitimcilerin ve ekonomistlerin gözünden kaçan bir şekilde, Amerikan para ekonomisi değişti, şirket organizasyonları yeniden yapılandı ve dilden yaşam tarzına kadar her şey etkilendi. Ancak çok sonraları şirketler çok sayıda kullanıcı eğitimine başladılar. Uzman tüketen-üreticiler, PC devriminin vazgeçilmez ama fark edilmeyen parçasıydı.

Rajender'in Oyunu

Bu süreç, bugün İnternet kullanıcıları ve uzmanları arasında paylaşılan bilgilerle hâlâ hızlanarak devam ediyor. Bütün dünyada insanlar, birbirlerine tarihte gelmiş geçmiş en karmaşık kişisel aleti kullanmayı öğretiyorlar. Üstelik genellikle yetişkinlere öğretenler çocuklar oluyor!
Bir PC'ye klavye takın, hızlı bir arabirimle İnternet'e bağlayın ve bir kenar mahallede duvarlardan birine gömün. Ofisinizden olanları izleyebilmek için karşısına bir kamera yerleştirin ve gözünüzü dört açın.
Yeni Delhi merkezli bir yazılım üretimi ve bilgisayar okulu olan NIIT'ten Sugata Mitra tam olarak bunu yaptı. Bilgisayarın yakınında bir kullanım kılavuzu ya da yardım alacak bir yetişkin yoktu.
Yakındaki Sarvodaya Camp denen mahallenin çocuklarının bilgisayarı keşfetmesi uzun sürmedi. Ama bilgisayarı yerinden söküp evlerine götürmeye çalışmak yerine, Gudd, Satish, Rajender ve diğerleri --çoğu altı ila on iki yaş arasında çocuklar-- bilgisayarla oynamaya başladılar. Bir-iki gün içinde, birbirlerine dosya ve klasör sürüklemeyi, bırakmayı, diğer işlemleri yapmayı ve İnternet'te dolaşmayı öğrenip birbirlerine de öğrettiler. Yine sınıflar, sınavlar veya öğretmenler yoktu!
Üç ay içinde binden fazla dosya yarattılar, Disney çizgi filmlerine ulaştılar, çevrimiçi (online) oyunlar oynadılar, dijital resimler çizdiler ve kriket maçlarını seyrettiler. Başlangıçta tek tek, sonra gruplar halinde öğrendiklerini paylaşarak, Mitra'nın adına "temel bilgisayar okuryazarlığı" dediği şeyi geliştirdiler.
Mitra, çocukların merakını ve öğrenme becerisini kullanmanın dijital parçalanmanın maliyetlerini belirgin şekilde kısacağına inanıyor. Buna karşılık, milyonlarca kişiyi sefaletten kurtarabilir; ayrıca, Hint ekonomisinin gelişim hızını ve potansiyelini inanılmaz ölçüde artırabilir.
Eski formülleri ve tanımları savunan bazı ekonomistler ve istatistikçiler, bu konuda baştan savmacı davranabilirler. Ama PC becerilerinin bedava paylaşılmasının üretebiliteolduğu gerçeğini ancak sapkın bir bağnazlık inkâr edebilir; yani para ekonomisinde günlük operasyonlardaki üretimi artırabileceğini!
Elbette ki eğitim meslekten fazlasını vermeli. Ama diğer birçok değişimin yanı sıra bir ekonominin beceri temeli hem çıktısı hem de üretkenliği açısından genişleyebiliyorsa ve öğretmenlere o becerileri öğretmeleri için para ödüyorsak, neden uzmanların katkısını aynı derecede değerlendiremeyelim? Bir öğretmenin ve bir uzmanın aktardığı beceriler aynıysa, neden birinin değeri diğerinden daha fazla olsun?
Daha da zorlarsak, ya bu becerileri insan kendisi de öğrenebiliyorsa? Çoğu Web sayfası tasarımcıları, programcılar, bilgisayar oyunu yazılımcıları ve diğerleri, becerilerinde kendileri ustalaşıp bunu para ekonomisine aktarmadı mı?
Kendi başına öğrenim ve usta-öğrenci ilişkisiyle öğrenim, resmi ve ödemeli kurslar yaygın şekilde mevcut hale gelmeden önce, beceriler yeni teknolojilerle geliştirilirken, özellikle etkiliydi. PC kullanıcıları bilgisayar almak için okulların açılmasını, müfredat belirlenmesini, programların yeniden düzenlenmesini, öğretmenlerin yetiştirilmesini ve bunun için bütçe ayrılmasını bekleseydi, bu teknolojinin iş dünyasında ve ekonomide yarattığı değişim ve gelişim, önemli bir şekilde gecikirdi. Dolayısıyla yaptıkları şey, gerçek anlamda üretebilite idi: Bilgiyi gönüllü bir şekilde yayarak ve gecikmeye kısa devre yaptırarak, ödemeli ekonomide teknolojik ilerlemeyi belirgin şekilde hızlandırdılar.
Bu insan-insana öğrenim dalgası, zenginliğin derin esaslarından birçoğuyla ilişkilerimizi değiştirdi. İnsanların zamanlarını harcama şeklini değiştirdi. İşin yapıldığı yerleri değiştirerek alanla ilişkimizi etkiledi. Toplumda paylaşılan bilginin niteliğini ise kökünden değiştirdi.
Tüketen-üreticiler sadece üretken değildir. Aynı zamanda üretebiliteleri vardır. Yarının zenginlik sisteminin gelişimini onlar belirliyorlar!
Kaynak: Toffler, Alvin., Toffler Heidi., "Zenginlik Devrimi", 1. Baskı, İstanbul 2006, 29. Bölüm, syf. 244-248

0 yorum:

Bu Yazıyı Paylaş:

Ana sayfa

Bilgisayar

Bilim adamları

İcatlar

İnternet

İzleyiciler

Alexa